Serbest Mimar Dergisi

Öncelikle, Türk Serbest Mimarlar Derneği’ni Anadolu kentlerindeki mimarlık örneklerine yer verme fikrinden dolayı kutlamak isterim. Bana ayrılan bu bölümü meslek pratiğimizle ilgili birkaç söz söyleyerek, bir-iki projeyi sunarak değerlendirmek istedim.

Adana’da da mimarlık yapmak, her Anadolu kentinde yaşayan meslektaşımızın yaşadığı sorunlarla benzer nitelikler içerir. Konu çeşitliliğimiz az, kamusal yapı üretme olanaklarımız, talepler merkez tarafından belirlenip yönlendirildiği için sınırlıdır. Tasarımların uygulanmasında ise, yetişmiş teknik ara elemanların kapasite ve sayısı sınırlı, teknoloji veya yeni malzeme kullanma alanlarımız yapımcıların vizyonuna bağlıdır.

Meslek pratiğimizle ilgili üretimlerimizin yayınlaması söz konusu olduğunda, daha önce gerçekleştirdiklerimiz içinde, bir kamusal alan düzenlemesi, bir kamu yapısı veya kompleks bir tesise ait proje veya yapıların tercih edilebileceğini düşünüp, var mı diye araştırmaya koyulup, olmamasından, az sayıda olanların da projelendirdiğiniz gibi gerçekleştirilmemesinden dolayı, yılları boşa geçirmiş endişesine kapılıyoruz.

Ne yazık ki, esnek ve değişken yönetmelikler, alan (m2) esaslı proje siparişleri ve alan yaratma üzerine rekabet, projenin ruhsat eki evrak olarak görülmesi, yapımcılığa soyunmadaki kolaylık, bu kolaylığa rağmen ekipsiz ve ekipmansız yürütülen inşaat faaliyetlerinin karmaşası içinde; iyi bir tasarım, konfor, “less is more” demek, “boring” gelebilir.

Yalnız Adana veya Anadolu kentlerinin değil, % 60 – 70 inin kaçak yapılardan oluştuğunu dikkate alırsak büyük kentlerde de, siyasetin ve azgın hırsın körüklediği plansız kentleşme ortamında; “başını sokacak dam” arayanlara ürettiklerini, “azdır çoktur” demeden, biran önce “satıp yapıp” gitmek isteyenler için diğer tüm kavramlar gereksiz görülür ve onlar için gerçekten “sıkıcıdır”.

Mimarlık hakkında koca cümleler sarf etmek istemem. Zaten bu derginin okuyucu kitlesi de her şeyin farkında. Eğitim sisteminden tanımsızlığa, iletişim eksikliğinden haksız rekabete, yapılaşma politikalarındaki siyasetin kirli eline rağmen, camiamızca bilinen, her bir meslektaşımın pek çok şey ekleyebileceği olumsuzluklarla dolu bir mesleği icra etmeye çabalıyoruz. Kafasından bu mesleği seçmeyi geçirenlere, kapsamı, yarattığı değerler ve düşünce yapısına verdiği güçlü yön ile “…herkes mimar olsun”dan, tüm bu olumsuzlukların etkisiyle, “…mmm, aslında başka meslekler de var” deme konumuna geldiysek işimiz zor demektir.

Ne yazık ki ülkemizdeki yapılı çevre, çok az sayıdaki iyi örneklerle değil, kentlerimizde büyük çoğunluğu oluşturan, aynı siluetleri yaratan örneklerle anılıyor. İyi bir yapılı çevreden bahsedebilmek için kararlı planlamaya ek olarak; mesleki davranışta ve mimarlığa bakışta, çoğunluğun (toplum dâhil) bilinçlendirilmesi ve yönlendirilmesi ve de iyi bir meslek ortamının sağlanması için yoğun çaba gerekiyor.

Böyle bir ortamda, Anadolu’daki mimarlık örneklerinin yayınlanmasını veya sergilenmesini iyi örnekler için teşvik edici buluyorum. Mesleki anlamda, düşünsel, görsel ve fiziksel kalkınmanın, iyi örneklerin yerelde çoğalmasıyla olabileceğine inanıyor ve bu nedenlerle etkileşime katkı sağlayacak yayınları çok değerli buluyorum. Ürünlerin, sınırlarının ve koşullarındaki farklılıkların değerlendirilmesini karşı tarafa bırakarak her türlü eleştiri ortamına çıkarılmasına cesaret veren bir tavır olarak görüyorum. Sınırlar ve koşulları, tarafların düşünce sistemi içinde anlatmaya çabaladığımda sürecin şöyle bir hikâyesi çıkıyor;

Yapı sanatının içinde olmaktan memnunum. Tuğla, beton, sıva; bunlara “taş toprak” diyorum. Yeni malzeme, yeni teknoloji, yeni tartışmalar doğuruyor. Yapı, karkası tamamlanıp görünür hale geldiğinde; “güzel” ve “çirkin” hakkında derinlerde var olan bilginin birden bire ortaya çıkacağı da tecrübe ile sabit.

Tartışma; güzel ve çirkin, pahalı ve ucuzluk arasında;

– Gerekli mi? Neden? Anlatsan da bitmez ve aslında bir rivayete göre; ucuz olduğu için güzel; güzel, pahalı olansa zaten çirkin. Ufff… Yorucu… En iyisi, fark ettirmeden geri dönülemez bir yapı tasarlamak.

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, ne kadar yeni malzeme çıkarsa çıksın, iyi bir yapı için ana yapı elemanlarını ve ilişkilerini bilmenin modasının geçmesine hele ki ülkemizde daha çok uzun yıllar var. Bundan faydalan.

En iyisi, bilinen malzeme ile kolay geldiği gibi yap. Birlikte yapmak için, bir ya da en çok iki taşeronu suç ortağı olarak yanına al. Kalıp ustası iyi seçim, ama duvar ustası da olsa çok iyi olur. Şantiye çayı lezzetlidir. Gerekirse şantiyede yat. Sürprizleri, zorlukları yukarı katlara bırak. Bu arada yapı, her seviyede bütüne doğru tamamlanarak ilerlesin. Zahmetlerine değecek, bu olmasa bir başkasında…

Artık değiştirmek kolay değil. Fark edildiğinde diğerlerinin çok hoşlarına gitmese de, yapılacak harcama ile pahalılaşacak ve dolayısıyla çirkinleşecektir;

– Böyle de güzel oldu…. Biraz da renk katar mıyız?

– Güzel söz. Ehh; Yapılmışı yıkacak değiliz ya…
Böylelikle tasarım sürecinden zor gelen yorucu tartışmalar da olmadı. Keyifli…

Memnunum. Herkes memnun…

Genellikle çok katlı konutlardır uğraş alanımız. Kentimizde de sıkça karşılaştığımız proje konularının başında gelir. Konutlar, güney cepheyi esas alarak konumlandırılırken, kuzeyle birlikte en az üç yöne bakabilmelidir. Sıcak yaz akşamlarında nefes alınabilecek balkonlar güneyde ve geniş olmalıdır. İklimin koşulu ve kullanıcıların tercih
sebebi ile tipleşen şemanın yanı sıra, yönetmelikler ve parsellerle dilimlenmiş imar planları, yapıların aynılaşmasına neden olarak bizleri neredeyse balkon mimarisine yönlendirir.

Bu tipleşmeden kurtulmak arzusu, önemli bir mimari sorun olarak karşınızdadır. Kâğıt ve kalemin başına geçtiğinizde;