Türkiye Mimarlık Politikası Hakkında, Ozan Tüzün

Türkiye mimarlık politikası hakkında…
Bu yazı, son ondokuz sene çeşitli aralıklarla gündeme gelen ve bu yılın başında tamamlanarak örgüte iletilen mimarlık politikası hakkında birkaç kelime söyleme ihtiyacından kaynaklı olarak kaleme alınmıştır…
2000 yılında Sayın Doğan Hasol, “Aydın bir ülkenin mimarlık politikası” (1) başlıklı makalesi ile mimarlık politikası kavramını gündeme getiriyor ve Finlandiya mimarlık politikası Sayın Tuğçe Selin Tağmat tercümesiyle (2) yayınlanıyor.
2005 yılında, iki yıl boyunca sürecek olan çalışmalar başlatılıyor. Konu, “Türkiye’ye özgü” bir politika metninin üretilmesi amacıyla, geçmiş deneyimler ışığında, güncel konuları yansıtılabilecek ve izlenen uluslararası ortamın kabul edebileceği bir metin için, geniş katılımlı toplantılarla Mimarlar Odası’nın gündemine giriyor.
2007 yılında, Sayın Oktay Ekinci “Türkiye Mimarlık Politikası Hayata Geçiyor” (3) başlıklı yazısında; mimarlık politikasının, daha nitelikli bir yapılı çevreye ulaşılmasında önemli bir adım olduğu fikrinden hareket edildiğini belirterek süreçten bahsediyor.
2017 yılında bir çalışma grubu oluşturuluyor ve 16-17 Kasım 2017 tarihinde gerçekleşecek olan, Mimarlık Ve Eğitim Kurultayı IX de görüşülmek üzere, “Türkiye Mimarlık Politikasına Doğru” (4) başlığıyla yayınlanıyor. Finlandiya mimarlık politikası ile aynı dizgi ve hemen hemen aynı içerikteki söz konusu metinde; “ülkemizin, uluslararası bağlamda eşit ve karşılıklı mimarlık hizmeti sunumuna rehberlik etmesi amacıyla, mimarlık alanında çağdaş, güncel bir mimarlık politikasına olan ihtiyaç…” vurgulanıyor.
2018 yılının Mart ayında yayınlanan kitapçık ile kurultayın son oturumunun Türkiye mimarlık politikasına ayrıldığını görüyor ve ilgili görüşleri okuyabiliyoruz.
2019 yılının Şubat ayında, Merkez Yönetim Kurulu, “TMMOB Mimarlar Odası Türkiye Mimarlık Politikası” (5) metnini, yeni bir komite vasıtasıyla tamamlıyor ve şubelere mavi kitapçıkla duyuruyor.
Görüldüğü gibi Türkiye mimarlık politikası, Finlandiya mimarlık politikasının 1998 yılında ilan edilmesinden 21, bir makalede yer almasından 19, Mimarlar Odası’nın gündemine girmesinden 16 yıl sonra, çeşitli komiteler, genel kurullar, danışma kurulları ve sempozyumların ardından yayınlanıyor.
Çalışmalara esin kaynağı olan Finlandiya mimarlık politikasını irdelediğimizde; mimarlık, mimarlığın gelişmesi, kaliteli mimarlık, yapılı çevre, kaliteli yaşam çevresi, inşaat kalitesi, sanat, kültür, iletişim, katılımcılıkta kolaylaştırıcılık ve fırsatlar, yerelleşme anahtar kelimeler olarak karşımıza çıkıyor.
Reform olarak tanımladığı arazi kullanımı ve yapı yasasını hayata geçirmiş olan Finlandiya Hükümetinin oluşturduğu mimarlık politikası; mimarlığı ve yapılı çevrenin tanımlanmasını ve geliştirilmesini sağlayarak, kamu kurumlarının eylemlerine temel oluşturmayı amaçlıyor. Bu amaçla, kaliteli mimarlık ve çevre anlayışını ön plana çıkarıyor; iyi bir çevre koşulu yaratılması ve yurttaşların bu alandaki haklarının korunmasında, çevreleri üzerindeki etkilerinin artması ve alacakları sorumluluklar için mimarlık ve iletişim üzerindeki eğitimin geliştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, somut öneriler ve hedefler belirliyor.
İyi bir yapılı çevreye ulaşmada, mimarlığı amaç edinen Finlandiya mimarlık politikası, mimarlığın, etki alanları ve kapsamı hakkında detaylı açıklamalar yapıyor ve ikibin yıllık; yararlılık, dayanıklılık ve güzellik kavramlarının güncel yorumlarını sunuyor;
· “Yararlılık, işlevsellik ve pratiklikle birlikte, kaynakların verimli bir şekilde kullanımından oluşur”
– “Dayanıklılık, strüktürlerin dayanma gücünden ortaya çıkmasına karşın ekolojik sürdürülebilirliği de içine alır”,
– “Güzellik ve konfor niteliklerine ise kentsel çevrelerimizde, büyük bir önem vermemiz gereken unsurlardır.”
“İnsanların etkinlikleri için ihtiyaç duydukları fiziksel çerçeveyi yapılı çevre şekillendirir. Mimarlık; bu çerçevenin kalitesinin tanımlanmasında önemli bir role sahip olduğu için önemlidir.”
“Mimarlık zaman ve mekanla ilgilidir. Zaman, yapıları ve çevrelerini birbirleriyle ilişkilendirerek, kültürel miras ve tarihi oluşturur. Mekan, mimarlık ile çevresindeki yerleşim ve doğal çevre arasındaki ilişkiyi anlamlandırır.”
“Mimarlık, ölçek, formlar, mekânsal ilişkiler, strüktür, malzeme seçimi, detaylandırma ve özenli uygulamadan oluşur.”
“Mimarlık, ulusal ve yerel kimlikleri oluşturan güçlü anlamlar taşır.”
“Yapıların uzun vadeli etkilere sahip olması, mimarlığın kalıcı değerler yaratmasının temel nedenidir.”
“Kasaba ve kırsal bölgelerin kültürel çevreleri ve çeşitli çağları temsil eden katmanları korunmalıdır. Yapılar ve doğal çevrelerin oluşturduğu bu kültürel manzara beraberce kırsal bölgelerin temel değerini oluşturmaktadır.”
Finlandiya mimarlık politikası ayrıca, “İyi bir çevre yurttaşların temel hakkıdır” sözüyle yetinmek yerine, bu hakkın elde edilmesinde ve iyi bir çevreye ulaşmada etkin olabilmelerini, kaliteli çevre ve mimarlık hakkında bilgili olmalarına bağlıyor. Mimarlık politikası aracılığıyla, özellikle yakın çevreyi ilgilendiren konularda, yurttaşlar arasında diyaloğun sağlanması, arazi kullanımı ve yapı üretiminde halkın katılımı ve yurttaşların bağımsız eylemleri için gerekli desteğin ve bilginin verilmesini amaç ediniyor ve özet olarak şöyle diyor;
– Mimarlık, fiziksel çevreyi şekillendiren bir sanattır ve yapılı çevre kültürün simgesidir. Kaliteli çevre, kaliteli mimarlıkla oluşur.
– Halkın çevre ile ilgili kararlara katılımlarındaki etkisi, bilgili ve aktif olmasıyla artırılabilir. Kaliteli mimarlık, yapıyla ilgili bakım ve yenileme ile ilgili düşük harcamalar nedeniyle milli gelire doğrudan katkı sunar. Yapılı çevre kültürün temelidir, mimarlık farklı dönemlerde oluşan çeşitlilikte birleştirici bir unsurdur.
– Kamu yapıları yapılı çevre ve kaliteli mimarlığın elde edilmesi için örnek oluşturmalıdır. İnşaat mevzuatı, kaliteli yaşam çevrelerinin oluşumu ve korunmasını, daha çok mimarlık kalitesine yönlendirecek şekilde düzenlenmelidir.
– Mimari mirasımızın (süreç içinde yapılı çevreyi oluşturan tüm yapılı çevre) bakımının yapılması, mimarlığa sanat olarak yaklaşım kültürün temelidir. Kültür ve sanat yaşamında mimarlığın rolü desteklenmelidir. Mimarlık ve çevre hakkında temel eğitimden başlayarak farkındalık oluşturulmalı, mimarlık eğitimi de toplum ve çevre ihtiyaçlarını göz önünde bulundurulacak şekilde programlanmalıdır. Bu amaca dönük olarak araştırma geliştirme programlarında yer almalıdır.
– Tasarımda kalite, tüm tarafların sorumluluklarının tanımlanmasıyla birlikte işverenin sorumluluğundaki inşaat kalitesine, kalite güvencesi meslek pratiğinin nasıl elde edileceğine bağlıdır ve mimarlık yarışmaları kaliteli ürün elde edilmesinde önemli bir faktördür.
– Yurttaşların çevreleriyle ilgili kararlara katılmaları bu konulardaki bilinç düzeylerine bağlıdır, iletişim önemli bir araçtır. Üstün kalitede gerçekleştirilmiş mimarlık ve yapılaşmış çevre projeleri için düzenlenecek ödül programları, mimarlığın gelişimi için önemli bir yoldur.
Başlıkların dili…
Mimarlık politikaları, yalnız Finlandiya’nın değil, 90’lı yılların sonunda ve 2000’lerin başında, hemen hemen benzer içerikte, birçok Avrupa ülkesi tarafından ortaya konuyor ve Mimarlar Odası tarafından kitaplaştırılıyor. Sayın Doğan Hasol tüm meslek yasaları veya mimarlık politikaları hakkında kısa ve öz bilgiler içeren “Mimarlık Yasaları ve Mimarlık Politikalarında Kültür, Sanat, Mimarlık Üçlüsü” makalesiyle bu konuda da çok önemli bir katkı sunuyor (7).
İzlediğimiz kadarıyla hemen hemen tümünde salt başlıkların sıralanarak takip edilmesiyle amaca ve vurgulanmak istenilen sonuca ulaşıldığını görebiliyoruz. Örneğin, Finlandiya Mimarlık Politikasının başlıkları şu şekilde sıralanmış;
1. Mimarlık politikasının amacı, Mimarlık nedir, iyi bir çevre yurttaşların temel hakkıdır, mimarlığın ulusal zenginlik üzerinde etkisi vardır, mimari mirasın önemi. 2. Model olarak kamu inşaatları, Kamu taşınmazlarının sahibi ve işveren olarak devletin rolü, İnşaatta devlet finansmanı. 3. Yönlendirme ve Denetim, İnşaat mevzuatı ve öteki resmi talimatlar, Bölgesel mimarların rolü. 4. Kültür ve eğitim-öğretim, Mimari mirasımız, Kültürel ve sanatsal yaşamımızın bir parçası olarak mimarlık, Temel kültürel eğitim, Mimarlıkta mesleki eğitim, Araştırma ve Mimarlık. 5. Mimarlık ve İnşaat Kalitesi, Mimari tasarımda kalite, Kalite denetimi, Mimarlık yarışmaları. 6. Mimarlık bilincini artırmak, İletişim, Teşvik ve Ödüllendirmeler.
Fransa örneğinde de, benzer durumla karşılaşıyoruz. Fransa’daki sıradan ve hatta vasat yapıların inşasının meşru haline geldiği bir döneme son verecek olan, kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen inşaat projelerinde, yüksek kalitede üretim yapılması için “Kamu Yapılarında Kalite yasası” (6) yayınlanıyor. Metnin içine girmeden yalnızca başlıkları okuduğumuzda yasanın amacı ve hedefi hakkında net bir bilgiye ulaşılıyor;
– Kamu inşaat sektöründe kalite parametreleri,
Zaman: Bir kalite faktörü;
Amaçların, beklentilerin ve bunların verilen işin mekânsal ve teknik şartlarına göre nasıl ifade edileceğinin tanımlanması için zaman, Tasarım için zaman, Değerlendirme içi zaman, Kullanım ömrü:
– Kamu yapılarının toplumsal önemi,
– Kamu yapılarının sembolik değeri,
– Kamu yapılarının kültürel değeri,Kamu yapılarının kentsel planlama açısından değeri,
Kentsel planlama yaklaşımı, Mimari yaklaşım, İşlevsel yaklaşım, Sosyal yaklaşım;
– İç ve dış mekân sürekliliği,
– Kullanım değeri,
– Akustik konfor, Sıcaklık ve nem kontrolü
– Teknik kalite
– Yapım kalitesi
– Ekonomik kalite
– Çevresel kalite
– Ekolojik İnşaat, Ekolojik Yönetim, Konfor ve Sağlık
SONUÇ: MİMARİ KALİTE…
Türkiye’ye özgü kavramı…
Mimarlık, sayılan diğerleri gibi meslektir. Ancak, Türkiye’ye özgü koşullar kapsadığı da bir gerçektir ve mimarlık pratiği ile ilgili bir düzenlemeden bahsetmek oldukça zordur. Evrensel düzenlemeleri önermeden, düzenlenmesi tamamlamış gibi davranarak mesleğin değerini ölçemeyeceğimiz gibi; ne ulusal, yerel ve özgün kimlikleri, ne de nitelikli yaşam çevrelerinin oluşturulmasında gerekli olanakları sunabilecek potansiyele kavuşturabiliriz. Ayrıca her şey yolunda olsa bile mimarlık bir araç değildir.
Diğerlerinde hükümetler tarafından yazılmış mimarlık politikasının, ülkemizde Mimarlar Odası tarafından kaleme alınması başlı başına Türkiye’ye özgü, takdir edilesi bir durumdur. Bir mimarlık politikası Kamu İhale Sisteminin, “üst düzey yönetimden gelen kararlarla, yürürlükte olan kentsel imar planlarına uygun olmayan yapılanmalara” ve defalarca değiştirilmiş olmasına dikkat çekiyor, sağlıklı kurgulanmasını ve yeniden düzenlenmesini talep ediyorsa bu Türkiye’ye özgüdür.
Mimarlar Odası’nın mimarlıkla ilgili bir politikanın savunucusu ve yürütücüsü olmasından doğal bir şey olamaz. Meslek odası ve resmi kurum olarak, mimarlığın tutarlı bir politika çerçevesinde toplum yararını ve ekolojik dengeyi geliştirecek biçimde uygulanması için çaba göstermesi de beklenen bir çalışmadır.
Ancak, Mimarlık Politikasının oluşturulmasının nedenlerinden biri; mimarların, sahip olması veya geliştirilmesi gereken donanımlara ulaşacakları yolları tespit edilmesi ve gerekli standartları belirleyip topluma güvence verecek konuma gelmelerini sağlamaksa eğer. Bir diğeri; mimarların, çevre üzerindeki yetkilerini belirlemek ve buna bağlı sorumluluklarını tanımlamaksa eğer. Tam da bu durumda, Türkiye’nin mimarlık ortamını düzenleyecek, yapılı çevreyi tanımlayacak ve bu konuda kalite standartlarını belirleyecek bir mimarlık politikasına ihtiyaç varken ve bu eksiklik Türkiye’ye özgü bir durumken; 2019 ilkelerine eklenen onbir ve onikinci maddeleri nasıl yorumlamalıyız!
11. Mimarlar, sahip oldukları mesleki donanım açısından gerekli standartları karşıladıkları konusunda kamuoyuna güvence verir. Mesleki değerlendirmelerinde bilgiye dayanan ve tarafsız bir tutum sergiler; topluma, işverenlerine, meslektaşlarına ve ürettikleri mekânların kullanıcılarına gerekli teknik ve bilimsel hizmeti sağlarlar.
12. Mimarlar, yapılı çevre üzerindeki geniş yetkinlikleri dolayısıyla, diğer aktörleri de etkileme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle, mesleki eylemleri kapsamındaki etik sorumluluklarına ek olarak, diğer aktörlerin mimarlık alanıyla ilişkili faaliyetleri konusunda da sorumluluk sahibidirler. Mimarlar, kolektif olarak, yapılı çevreye ilişkin konularda etik olmayan tutum ve davranışları önlemek konusunda da sorumluluk almalıdır.
Ülkemizdeki eğitimden uygulamaya mimarlık pratiği göz önüne alındığında, gerekli standartların oluştuğunu söyleyemediğimize göre, bu koşullarda mesleklerini icra eden mimarların da, topluma güvence verecek derecede geniş yetkinliğe sahip olduklarını söyleyemeyiz. Ayrıca, yetki tanımlanmadan sorumluluk da tanımlanamaz. Mimarların, mesleki ve kişisel donanımlarının yetmediği yerde, yapılı çevreye ilişkin konularda etik olmayan tutum ve davranışlar “kolektif” olarak da polisiye tedbirlerle de önlenemez.
Benzer karmaşa “Mimari Tasarımda Kalite ve Denetim” bölümünde de görülüyor. Cümleyi alarak aktarmaya çalışırsak; “Mimari tasarım, işverenin gereksinimleri ile arazinin (çevrenin) koşullarını bir araya getirmeyi amaçlar. Taşıdığı ekonomik değer ile çevre üzerinde belirgin, kalıcı etkilere sahip olması nedeniyle inşaatlar (yapı), tüketici (kentli/yurttaş) haklarını korunması ve inşaat kalitesinin, sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle uyum içinde geliştirilmesi gerekir”. “Bunun gerçekleştirilmesinde, tüm tarafların sorumluluklarının açık şekilde tanımlanması gerekir.” Buraya kadar sorun yok. Ancak, devamında Finlandiya mimarlık politikasında; “Proje talimatını şekillendiren “işveren”, sadece kullanıcı için değil, aynı zamanda projenin bulunduğu çevrenin estetik kalitesine, sosyal ve kültürel yaşamına yapacağı etki konusunda da sorumluluk alır.” Deniyor. Türkiye mimarlık politikasında ise, işverenin yanına “mimar” da ekleniyor ve bahsedilen sorumluluğa ortak ediliyor.
Türkiye’ye özgü olarak, inşaatlara işverenin izni olmadan giremeyen müellifin bu sorumluluğun altından nasıl kalkacağı meçhuldür. Tasarımının, subjektif bir kavram olarak, estetik kalitesine güvence verecek bir mimar arayışı varsa beyhudedir. Tüm tarafların sorumluluklarının açık şekilde tanımlanmadığı ortamda hiç biri mümkün değildir. Mimarı yapısından uzaklaştırdığı savıyla, her anlamda haklı olarak eleştirdiğimiz yapı denetim sistemine dair bir açılım içermeyen metin inandırıcılıktan da uzaklaşır. Bu madde de amaç; imar planlarına uygun olmakla birlikte, Türkiye’ye özgü olarak ayrıcalıklı imar planları doğrultusunda yapılmış ve yapılacak olan inşaatlarda görev alacak mimarlara sopa göstermekse; ÇED in çözemediği bu konuda adres mimarlar değil, “bu kenti mahvettik” diyenlerdir.
Efsane bir beklenti olarak, mimarların mesleki hatalarına karşı sigortalanmasını ön gören “Mesleki Sorumluluk Sigortası” sisteminin, tasarımdan, uygulamanın sonuna kadar olan süreci kapsama önerisi kabul edilebilir. Ancak, tasarım/proje, mesleki kontrollük, inşaat, işveren aynı şeyler olmadığına göre, görev alanları ve sorumlulukların birbirine karıştırılmadan belirlenmesine ihtiyaç vardır.
Mimarlık politikaları karşılaştırıldığında, içerik ve amaç konusunda Fransa, Finlandiya ve 2017 tarihli Türkiye Mimarlık Politika metinlerinin aynı sistematik içinde olduğu görülüyor. Ancak Mimarlar Odası’nın 2019 metni buruk bir tat bırakıyor. “Zamanın ruhu” ile yapılan eklemeler metni, ne kadar çiğneseniz de tat alamadığınız bir keçiboynuzuna çeviriyor. Mesleğimizin Türkiye’ye özgü, ihmal edilen koşullarını görmezden gelerek hazırlanmış bir metin, Türkiye’ye özgü olmaktan çok “Türk tipi” olabilir ve bundan şiddetle sakınmak gerekir.
Ek bir olgu; “toplumsal haklar için nitelikli mimarlık” ve başlıkların dili…
Toplumsal haklar ile mimarlık ilişkisi, Finlandiya’nın olduğu gibi ve diğer ülkelerin mimarlık politikalarının üzerinde durduğu önemli bir konudur. Söz konusu metinler, mimarlığın kendisi ile ilgili bilgiler barındırıyor. Mimarlığın geliştirilerek kaliteye ulaştırılmasıyla, toplumun yaşam kalitesinin ve çevrenin nasıl korunabileceğine, ülkenin kalkınmasındaki rolü dâhil olmak üzere mimarlığın kapsamını ayrıntılı olarak açıklıyor. Kamuya verdiği görevler, topluma aktardığı bilgilerle toplumu teşvik ediyor ve katılımcı olduklarında kaliteli çevre ve mimarlık konusunda nasıl seçici olunabileceği hakkında topluma ışık tutuyor.
Kentlinin, insan olarak sahip olduğu haklarını ve yaşadığı kentin, kentsel ve çevresel değerleri üzerindeki haklarının tümünü kapsayan kentli haklarına ve içinde barındırdığı, çevre, barış, gelişme, dayanışma hakkı ve insanlığın ortak mirasına saygı hakkı kapsamına hiçbir aydının karşı çıkabileceği düşünülemez. Ancak, mimarlık politikalarındaki diğer örneklerin aksine, özet olarak; “toplumun temel hakkı olan kaliteli çevre, mimarlığın gelişmesiyle elde edilebilir” diye tanımlayabileceğimiz kavramları, kes-yapıştır düzeneği ile mecrasından uzaklaştırabilecek bir karmaşa yaratmak çok anlamlı olmasa gerek.
Bu nedenlerle, Finlandiya mimarlık politikasının “Mimarlık bilincini artırmak” başlığında irdelediği; İletişim, Teşvik ve Ödüllendirmeler konularının, Türkiye mimarlık politikasında; “Toplumsal haklar için Nitelikli Mimarlık” başlığı altında, İletişim, Teşvik ve Ödüllendirmeler ve Kent Hakkı ile açıklanması pek de anlamlı görünmüyor. “Araştırma ve mimarlık” bölümündeki fazladan bir ek olarak iliştirilen “kentsel yoksullara, çocuklar, kadınlar ve dezavantajlı grupların dikkate alınması” vurgusu ile birlikte, proje yarışmalarını kamunun görev ve sorumluluğu olarak saymak gerçekten Türkiye’ye özgü bir durum.
Mimarlık müzesini, teşvik ve ödüllendirme programlarını mimarlık bilincini artıracak araçlar olarak saymak, araştırma konularına mimarlığın da girmesini talep etmek, proje yarışmalarına mimarlık ve inşaat kalitesini artırıcı araçlar olarak görmek ve araştırma programlarında mimarlığın da yer almasını istemenin eksik tarafı ne olabilir ki değiştirilmeye gerek görülsün.
İklim değişiklikleri veya zamanın ruhu…
Türkiye’ye ait bir mimarlık politikasını, süreç içinde oluşturulan metinler üzerinden okuduğumuzda, zaman içinde bazı değişimlere uğradığını görüyor, zamanın ruhunu hissedebiliyoruz. Söz konusu değişimlere, Mimarlar Odası’nın mimarlık mesleği ile ilgili yaptığı çalışmalarda, dönemlere ait düşünce ikliminin neden olduğunu da anlayabililiyoruz.
Mimarlar Odası, mesleki problemleri ve meslek düzeni ile ilgili olumsuzlukları gündemine alıp bu konuda yoğun çabalar harcamış birikimli bir örgüttür. Geriye dönüp baktığımızda, 1990 lı yıllar Mimarlar Odası’nda, mesleki anlamda, görev, yetki ve sorumlulukların tanımlanmasında son derece önemli adımların atıldığı, büyük emek ve çabaların harcandığı bir dönem olmuştur. Bütün dünyada ki örneklerin incelendiği, kitaplaştırıldığı, karşılaştırmaların yapıldığı, sayısız yayınların ortaya çıktığı bu dönemde örgütümüzün de heyecan içinde olduğunu hatırlıyoruz.
Bir meslek kurumu olma yolundaki çalışmalar ne yazık ki Oda içinde kırılmalar yaratmış, 2000 lere geldiğimizde yıllar süren emeklerle birlikte, yasaklanmış bir kavram olarak “yasa” söylemi rafa kaldırılmıştır. Ancak zamanın ruhu bir süre daha devam edecektir…
Kırılmalar olsa da, konunun sıcaklığını koruduğunu, üyelerimizin meslek düzeni ile ilgili odadan beklentilerinin bitmediğini, yasa söyleminin yerini, her kesime hitap eden yeni bir kavramın aldığını görüyoruz; “Türkiye Mimarlık Politikası”. Böylece, 2005 yılında başlatıldığı belirtilen çalışmalar sonucunda “yasal düzenlemelerden” de bahseden Türkiye mimarlık politikası 2007 yılında ortaya çıkıyor. Mimarlık politikalarının uluslararası ortamda izlendiği belirtilerek, “Dünyanın birçok ülkesinde Mimarlık Politikaları, Mimarlık Programları ve/veya Mimarlık Yasaları vardır. Bunların çoğu, meslek örgütleri ve benzeri kurumların girişim ve inisiyatifi ile hayata geçirilmiştir“ sözlerine yer verilmiştir. Her ne kadar konu, bambaşka koşullarla ortaya çıkarak 1938 yılında yürürlüğe giren Mühendislik ve Mimarlık hakkında kanunun bu günün koşullara cevap vermeyen içeriğine bağlanmış olsa da bu sözler; yasal bir düzenleme ihtiyacını ortaya koymuştur.
2017’de, iklimin biraz daha yumuşadığını ve mimarlıkla ilgili yasal düzenlemelerden daha net bahsedildiğini görmekteyiz. İlkelerin ikinci maddesinde yer alan; “Kamu yönetimi, yasa koyucu niteliğiyle, bu politikanın sağlıklı olarak uygulanması için yasal düzenlemeleri gerçekleştirir” ifadesi kaldırılmışsa da…
2019’da ise, eski iklim yeniden ortaya çıkıyor ve yasa söylemi raflardaki eski yerine gönderiliyor.
Mimarlık eğitimi konusu, zaman içinde söz konusu metinlerde yer bulan ikinci konu. 2007 metnininilkeler bölümünde kısaca değiniliyor. Mimarlık eğitiminin süresi ve içeriği hakkında bir endişeyi dile getirerek; “Mimarlık ortamını oluşturan tüm taraflarca, mimarlık eğitiminin geliştirilmesi, sürekli mesleki gelişimin sistemli hale getirilmesi ve mesleki yeterlilik sisteminin kurulup işletilmesi sağlanır” deniyor.
2017 yılındaki metinde eğitim konusunda düşünce ikliminin değiştiğini görüyoruz. 9. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı’nda yeniden gözden geçirilmek üzere detaylı bir başlık açıyor. Öneriler, 90 lı yıllardaki süre, staj ve mesleğe kabul hakkındaki yoğun tartışmaları ve gerilimleri aklımıza getiriyor.
Aradan geçen uzun yılların sonrasında, eğitim sistemi ve seviyesi tartışmalı yaklaşık 135 mimarlık bölümünden her yıl yüzlerce meslektaşımızın aramıza katılmasıyla katlanarak büyüyen sorunların Mimarlık Ve Eğitim kurultaylarında yoğun şekilde tartışıldığından ve alt yapısının oluşturulduğundan yana şüphe yok.
Ancak, söz konusu kurultayların Türkiye Mimarlık Politikasının hazırlanmaya başladığı 2001 yılından bu yana dokuz kez yapıldığı göz önüne alındığında ve bu süreçte, çok sayıda açılan üniversitelerde, çok sayıda öğrenci almayı meslek insanı yetiştirmek zanneden hükümet politikalarının yarattığı sıkıntılar devam ederken; hızlanmaya ve vahameti çözecek yeni kanalların denenmesine ihtiyaç vardır.
Son olarak, 2007 ve 2017 metinlerinde olmayan, Türkiye Mimarlık Politikasının hedefler bölümünün en üstüne yerleştirilen, bir düşünce ikliminin simgesi olarak şu kalıp cümle, 2019 metninin oluşturulduğu zamanın ruhuna tam olarak uyuyor. Yine ve yeniden zihinlerimize çakılmak üzere yer alıyor; “Türkiye Mimarlık Politikası, uluslararası gelişmeler ve ülkemiz gerçekleriyle bağlantılı olarak mimarlığın ve mimarlık hizmetlerinin toplum ve kamu yararına yürütülmesini güvenceye alınmasını hedefler.”
Meslek pratiği ile ilgili problemlerimizin büyük bir ivme ile artması her meslektaşıma acı veriyor, okullarından yeni mezun olmuş meslektaşlarımızın büyük bir duvara çarpmasına neden olarak hayal kırıklığı yaratıyor.
Her şeye rağmen, mesleğimiz adına yapılan tüm katkıları değerli buluyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Söz konusu politika metni, birçok meslektaşımıza anahtar olacaktır. Yerel yönetimlere ve topluma, mimarlığın kapsamından kaynaklı önemi ve yapılı çevrenin elde edilmesindeki öncelikler bu metinler aracılığıyla çok daha rahat açıklanabilecektir. Burada yazdıklarım aslında mimarlık politikasından çok, Mimarlar Odası’nın politikalarına dönük hatırlatmalardan ibarettir ve camiamıza dönüktür. Mimarlık, toplumumuzun, yerel veya merkezi yöneticilerimizin yaşamında küçük bir detay olarak görünmez durumdadır. Bir yandan ısrarla ne demek istediğimizi anlatmaya devam ederken, kamuya, topluma görevler dağıtmak yerine kendi içimizde yapabileceklerimize daha hızlı ve daha fazla odaklanmalıyız. Zira zaman hızla akıyor ve bugün yirmi yıl öncesine göre daha iyi bir durumda değiliz.
2000 yılından bu yana ne oldu…
Mimarlık politikası kavramının ortaya çıktığı 2000 yılından bu yana;
– Yapı Denetimi Yasası, tüm ülkede uygulanmaya başladı. Mesleki sorumluluk ve denetim ortadan kalktı. Yapılar ticari firmalarca denetlenir oldu.
– Yapı denetim yasasıyla, inşaatlarda mesleki anlamda yeri tam tanımlanmamış mimarlar, yalnızca proje konusuna hapsedilerek proje denetmeni olmaktan öteye gidemediler.
– Yetki ve sorumlulukların birbiri ile çeliştiği yapı denetim yasasıyla mimarlar, kendilerine yüklenen, mantık sınırlarını zorlayan yapı alanları ile karşılaştılar. Yetki karmaşası nedenleriyle ceza alanların büyük çoğunluğunu mimarlar oluşturdu. Suç duyurularına muhatap olup savcılar karşısında savunma yaptılar.
– Hükümetin bir politikası olarak inşaat sektörü körüklendi. İmar faaliyetleri, tek elden ve merkezden imar yönetmelikleriyle düzenlendi, defalarca değiştirildi. Yapılar şişirildi, kentlerin yüzleri değişti.
– 2005 yılından başlayarak, torba yasalarla devam eden süreçte müelliflik hakları zaafa uğradı. Telif haklarında ağır kayıplar neredeyse onbeş yıla yayılan bir süreç içinde gittikçe artan bir ivme ile devam etti. Telif kavramına proje ve yapı ayrı ayrı girdi. İmar yönetmelikleriyle oluşturulan kent estetik kurulları vasıtasıyla, proje ve yapıların eser nitelikleri tartışılır hale geldi.
– Müelliflik hakları yönetmelik maddeleriyle kısıtlandı. Çıkarılan yönetmeliklere karşı müelliflik hakları korunamadı. Estetik kurullar vasıtasıyla müellifler yapılarından koparıldı.
– Ruhsatlardaki mimarların imzaları, canavarın işleri hızlansın diye kaldırıldı. Meslek odaları devre dışına alındı.
– Kentsel dönüşüm yasası ile kentler şantiye alanına çevrildi. Çıkarılan yönetmeliklerle inşaat rantı, kentlerin, yapılı çevrenin ve insanların, kentli haklarının önüne geçti.
– Kentsel dönüşümün sıradan niteliksiz işlerine müdahil olamadılar. İmar affı ile yapılan kat ilavelerinin meydana getirdiği can kayıpları ile ilgili soruşturmalara muhatap oldular.
– Mimarlar Kentsel dönüşümün rant kavgası içinde mutlu olamadılar. Kaos ortamı haksız rekabetin de sebebi oldu. Nitelikli mimarlık üretmede etkili olmadılar. Rant, nitelikli mimariye, kaliteli çevreye karşı galip geldi. Yapılı çevre, mimarsız yürümeye devam etti.
– Toplum, bu ranttan faydalanmanın yolunu seçti. Menfaat kuralların önüne geçti. Yasaların, yönetmeliklerin boşlukları kural halini aldı. Yapılar büyütüldü, katlar eklendi.
– Devlet ve belediyeler, topluma örnek yapı ve çevre oluşturma görevlerini ihmal ettiler. Kentsel dönüşüm yasasının olanaklarını alabildiğine kullandılar. Her biri çevre koşullarına, bünyesinde mimar bile bulundurmadan inşaat yapmaya, konut üretmeye soyundu. Kentlerdeki bütün boşluklar doldu, siluetler bozuldu.
– Olup bitenin farkında olan devlet, gelir hesabı yaparak defalarca denemiş imar affını bir kez daha yürürlüğe soktu. İmar affıyla müelliflik ve denetim faktörü ortadan kalktı. Yasa ile elde edilen olanaklar sayesinde, can kayıpları göze alınıp otuz kırk senelik binalar eklentilerle büyütülüp katlar eklenirken, yeni ve ruhsatlı binalar bile sistemden çıkıp yeni düzene ayak uydurdu. Kaçak inşaatlar tüm ülkeyi sarmaya devam etti.
– Kültürel miraslarımıza saldırı haberleri gün geçmeden alınır oldu. Doğal miraslarımız yok eden çevre katliamları devam etti.
– Mimarlık adına, eskiye öykünen, ne oldukları belirsiz yapılar birer birer kentlerimizi sarmalamaya başladı. Yapı kültürü değişti.
– Ülkenin ekonomik koşullarındaki olumsuzluklar sonucunda, sürdürülemez bir hovardalık halini almış olan inşaat politikası iflas etti. Olanca kuvvetle desteklenen inşaat çağı hüsranla son buldu. Ruhsat sayıları da düştü ve ayda elin parmak sayısını geçmeyen seviyelere geriledi.
– İhtisas ayrımı çalışmaları ilerlemedi ve meslekler arasında yetki tartışmaları sürmeye devam etti. İç mimarlar, haklarının mimarlar tarafından gasp edildiği iddiasıyla yasa taslakları hazırlayıp, kampanyalar düzenledi.
– İnşaat Mühendisleri Odası, ilgili bakanlığa şantiye şefliği hizmetinin bir mühendislik hizmeti olduğunu iddia ederek, yönetmelik taslağı sundu.
– Peyzaj Mimarları, yapının çevresiyle ilgili hak taleplerini sürekli gündemde tutmaya devam etti.
– Teknik öğretmen ve teknikerlerin şantiye şefi olma talepleri ivme kazandı.
– AB kriterleri ve dokuz kez tekrar eden Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarından net ve olumlu bir sonuç çıkmadı.
– Mimarlık okullarının sayısı tahmin edilemez boyutlara ulaşırken, eğitimci sayıları sınırlı kaldı. Yakın zamanda aramıza katılan ve katılacak meslektaşlarımızın yetkinlikleri tartışılır oldu.
– Ofis akreditasyonu ile ilgili çalışmalar sonuçlanamadı.
– Mimarın, müelliflik hakları ve mesleki sorumlulukları, mesleki kontrollük mekanizması ile birlikte tanımlanması hala yapılmadı.
– YÖK eğitimlerin üç yıla inmesindeki ısrarını sürdürdü, meslek pratiğinin elde edilmesine dönük kurallar kendi içimizde de netleşemedi.
– Öğrenci sayısının çokluğu staj problemlerini de beraberinde getirdi. Ekonomik krizinde etkisiyle ofisler çalışan sayılarını eksiltme yönüne giderken, stajyer çalıştıramaz oldular ve öğrenciler meslek pratiklerinden uzaklaştılar.
– Ücretli çalışan mimarlara ait asgari ücretler gerçeklerden uzak olarak belirlenmeye devam etti. İptal edilen protokolün yeniden gerçekleştirilmesi ile ilgili somut bir ilerleme kaydedilemedi. Konunun yasal çerçeveye kavuşturulması sağlanamadı.
– Ekonomik kriz nedeniyle mimarlar, ofislerini kapatmaya başladı, işten çıkarmalar olağanlaştı. Mimarlar, ekonomik krizle birlikte işsiz kalmaya başladılar. Yeni mezun meslektaşlarımız büyük sıkıntılar içinde çırpınıyorlar.
Mimarlığın Türkiye’ye özgü koşulları içinde ve her şeye rağmen, mesleklerini düzgün icra ederek, kaliteli mimarlık ve nitelikli çevre peşinde koşan, mimarlığın gücünün farkında olan meslektaşlarımız azımsanacak sayıda değil. Bu nedenle hazırlanacak olan Mimarlık Politikasının, mesleklerinin gelişmesi konusunda, eğilip bükülmeyen açılımlar içermesini beklemek en doğal hakları.
Tarafların sorumluluklarının açık olarak tanımlanmasından başlamak için daha kaç sene gerekiyor olabilir. Sabırlı ve kurallara saygılıydı; X kuşağı geçti. Otorite tanımaz, kural bağlamaz ve sabırsız Y kuşağının ilgi alanına giremedik. Z kuşağı ondokuz yıl daha beklemeyecektir. Alfa kuşağının ise, harcanmış zamanlara hoş görülü olma ihtimalleri bile yok.
Son söz;
Birbirimizi dinlemeye ve anlamaya vaktimizin kaldığını umut ediyorum…
Ozan Tüzün
Mimarlar Odası
Adana Şube Başkanı
Kaynaklar;
1. http://www.doganhasol.net/aydin-bir-ulkenin-mimarlik-politikasi-2.html
2. http://docplayer.biz.tr/2585423-Finlandiya-mimarlik-politikasi.html
3. http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=52&RecID=1282
4. https://arch.metu.edu.tr/system/files/news/2017/turkiye_mimarlik_ politikasi_bt_20171109.pdf
5. http://www.mo.org.tr/_docs/tmimarlikpolitikasi.pdf
6. http://www.mo.org.tr/UIKDocs/fransa.pdf
Bu yazı ilk defa aşağıdaki Mimarlar Odası Adana Şubesi yayınlarında ve aşağıdaki linkte yayınlanmıştır: https://adanamimod.org.tr/turkiye-mimarlik-politikasi-hakkinda-degerlendirme-yazisi